ErdalGüler
16.12.2008, 18:27
'Yıldızım'ı satarım, şampiyonluğa oynarım
Sivasspor'u ne kadar övsek azdır. Ama sadece koltuğun yeni sahibi olduğu için değil. Tıpkı geçtiğimiz sezonki gibi devrenin son demlerinde zirveyi ele geçirdiği için değil.
Ya da mütevazı şartlarda elde ettiği bu parıltılı başarı öyküsü için değil. Sivasspor'u ve Bülent Uygun'u en çok Türkiye Süper Ligi'nin başına geçirdikleri 'ironi çuvalına' bakarak ayakta alkışlamalıyız.
Düşünebiliyor musunuz Avrupa'nın sayılı liglerinden birinin yeni lideri, 13 trilyonluk bütçesi ile bir Güiza bile etmiyor. O takımın kadrosunda A Milli Futbol Takımı'mızın ilk on birinde direkt oynayan bir oyuncu dahi yok. O takımın en önemli yıldızı, yani Mehmet Yıldız, 3-4 milyon Euro civarında bir bonservis bedeli ile büyük takımlara altın tepsi içerisinde sunuluyor. Burun kıvırıyorlar.
Teknik Direktör Bülent Uygun, nükteli üslubuyla "Sivasspor'da ben dahil herkes satılık." diyor. "Mehmet Yıldız elden giderse ben ne hallere düşerim" diye mızmızlanmıyor. Sözün özü takımın en değerli futbolcusunu satarak da şampiyonluğa oynayacak özgüveni kendinde bulan bir takımımız var. Her ağızlarını açışlarında 'imkânsızlıklardan, haksızlıklardan' dert yanan teknik direktörlerimiz gözlerinin içine batan bu Sivas gerçeğine rağmen bu usandırıcı söylemlerinden niçin vazgeçmezler? Belki farkında değiller ama çok itici oluyorlar.
Ve üç büyüklerin teknik direktörleri... Sivasspor'un lider, bu sezon kurulan yeni kadrosuyla Trabzonspor'un ikinci sırada yer alışını nasıl bir ruh haliyle seyrediyorlar? Sahip oldukları imkânlara ve ürettikleri puanlara baktıklarında kendilerinde hiçbir eksiklik hissetmiyorlar mı?
Bu hafta Sivasspor'un, Trabzonspor'dan zirveyi devralış macerası da Süper Lig'in koştuğu istikamet açısından dikkat çekiciydi. Bordo-Mavili takım, ikinci 45 dakikasını tek kale oynadığı bir maçı kaybetti. Bu sezon hiçbir takımın, hiçbir takıma karşı bu denli mahkum oynadığı, sahasına hapsolup kaldığı başka böyle bir mücadeleye şahit olmadım. Buna rağmen uzatma dakikalarındaki tartışmalı (ofsayt) bir golle de olsa kazanan taraf, o sahasına mahpus takımdı. Yani Bursaspor'du.
Güvenç Kurtar'ın talebeleri maç gecesi yatağından kaldırılarak kadroya dahil edilen Sercan'ın golüyle haftalar sonra kazanarak lideri tahtından etti. Sivasspor ise lig sonuncusu Hacettepe karşısında buram buram terledi. Maçın bitimine sadece üç dakika kala bulduğu golle zirveyi ele geçirdi. Görüyorsunuz değil mi, zirvedekiler ile ligin dibindekiler arasındaki maçların dahi bıçak sırtında yürüdüğü lig maratonu izliyoruz.
Ligin ilk haftalarında mağlubiyetlerden başını kaldıramayan Fenerbahçe şu anda liderin sadece iki puan gerisinde. Skibbe'nin Galatasaray'ı onun bir puan önünde. Mustafa Denizli göreve geldikten sonra puan saçma yarışına koyulan Beşiktaş'ın da zirveye mesafesi üç puandan ibaret. Üç değil, dört değil, altı takım kol kola girmiş durumda. İşte özlenen rekabet bu. Peki bu rekabetin neyi eksik? Acı ama gerçek kalitesi.
Lincoln'ü seyrederken
Galatasaray'ın Gençlerbirliği'ni 3-1 mağlup ettiği deplasman oyununda da Brezilyalının marifetli ayaklarının rolü büyüktü. Futbolda bazı oyuncular vardır modeldir. Lincoln de bunlardan biri. Topla öyle naif, öyle rahat bir ilişkisi var ki. Hiç kasılmadan, parçalanmadan, kendini paralamadan konforlu adımlarla ya da paslarla oyuna lezzet katıyor. Onun attıklarını ve attırdıklarını seyrederken 'GOL'ün aslında ne kadar kolay bir iş olduğu hissine kapılıyor insan. Lincoln bir de yanında Arda olunca Ridvan Dilmen'in söylediği gibi halı saha futbolu kadar kolay güzellikler düşüyor çimene. Baros da iyi uyum sağlıyor bu halkaya. Hele Kewell da dönsün. 10 dakikalık, 20 dakikalık meltem rüzgârı mesabesinde de olsa keyfine doyum olmuyor Galatasaray'ın.
HAYRİ BEŞER
16/12/2008
Kaynak:zaman gazetesi(http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=770651&title=yildizimi-satarim-sampiyonluga-oynarim)
Sivasspor'u ne kadar övsek azdır. Ama sadece koltuğun yeni sahibi olduğu için değil. Tıpkı geçtiğimiz sezonki gibi devrenin son demlerinde zirveyi ele geçirdiği için değil.
Ya da mütevazı şartlarda elde ettiği bu parıltılı başarı öyküsü için değil. Sivasspor'u ve Bülent Uygun'u en çok Türkiye Süper Ligi'nin başına geçirdikleri 'ironi çuvalına' bakarak ayakta alkışlamalıyız.
Düşünebiliyor musunuz Avrupa'nın sayılı liglerinden birinin yeni lideri, 13 trilyonluk bütçesi ile bir Güiza bile etmiyor. O takımın kadrosunda A Milli Futbol Takımı'mızın ilk on birinde direkt oynayan bir oyuncu dahi yok. O takımın en önemli yıldızı, yani Mehmet Yıldız, 3-4 milyon Euro civarında bir bonservis bedeli ile büyük takımlara altın tepsi içerisinde sunuluyor. Burun kıvırıyorlar.
Teknik Direktör Bülent Uygun, nükteli üslubuyla "Sivasspor'da ben dahil herkes satılık." diyor. "Mehmet Yıldız elden giderse ben ne hallere düşerim" diye mızmızlanmıyor. Sözün özü takımın en değerli futbolcusunu satarak da şampiyonluğa oynayacak özgüveni kendinde bulan bir takımımız var. Her ağızlarını açışlarında 'imkânsızlıklardan, haksızlıklardan' dert yanan teknik direktörlerimiz gözlerinin içine batan bu Sivas gerçeğine rağmen bu usandırıcı söylemlerinden niçin vazgeçmezler? Belki farkında değiller ama çok itici oluyorlar.
Ve üç büyüklerin teknik direktörleri... Sivasspor'un lider, bu sezon kurulan yeni kadrosuyla Trabzonspor'un ikinci sırada yer alışını nasıl bir ruh haliyle seyrediyorlar? Sahip oldukları imkânlara ve ürettikleri puanlara baktıklarında kendilerinde hiçbir eksiklik hissetmiyorlar mı?
Bu hafta Sivasspor'un, Trabzonspor'dan zirveyi devralış macerası da Süper Lig'in koştuğu istikamet açısından dikkat çekiciydi. Bordo-Mavili takım, ikinci 45 dakikasını tek kale oynadığı bir maçı kaybetti. Bu sezon hiçbir takımın, hiçbir takıma karşı bu denli mahkum oynadığı, sahasına hapsolup kaldığı başka böyle bir mücadeleye şahit olmadım. Buna rağmen uzatma dakikalarındaki tartışmalı (ofsayt) bir golle de olsa kazanan taraf, o sahasına mahpus takımdı. Yani Bursaspor'du.
Güvenç Kurtar'ın talebeleri maç gecesi yatağından kaldırılarak kadroya dahil edilen Sercan'ın golüyle haftalar sonra kazanarak lideri tahtından etti. Sivasspor ise lig sonuncusu Hacettepe karşısında buram buram terledi. Maçın bitimine sadece üç dakika kala bulduğu golle zirveyi ele geçirdi. Görüyorsunuz değil mi, zirvedekiler ile ligin dibindekiler arasındaki maçların dahi bıçak sırtında yürüdüğü lig maratonu izliyoruz.
Ligin ilk haftalarında mağlubiyetlerden başını kaldıramayan Fenerbahçe şu anda liderin sadece iki puan gerisinde. Skibbe'nin Galatasaray'ı onun bir puan önünde. Mustafa Denizli göreve geldikten sonra puan saçma yarışına koyulan Beşiktaş'ın da zirveye mesafesi üç puandan ibaret. Üç değil, dört değil, altı takım kol kola girmiş durumda. İşte özlenen rekabet bu. Peki bu rekabetin neyi eksik? Acı ama gerçek kalitesi.
Lincoln'ü seyrederken
Galatasaray'ın Gençlerbirliği'ni 3-1 mağlup ettiği deplasman oyununda da Brezilyalının marifetli ayaklarının rolü büyüktü. Futbolda bazı oyuncular vardır modeldir. Lincoln de bunlardan biri. Topla öyle naif, öyle rahat bir ilişkisi var ki. Hiç kasılmadan, parçalanmadan, kendini paralamadan konforlu adımlarla ya da paslarla oyuna lezzet katıyor. Onun attıklarını ve attırdıklarını seyrederken 'GOL'ün aslında ne kadar kolay bir iş olduğu hissine kapılıyor insan. Lincoln bir de yanında Arda olunca Ridvan Dilmen'in söylediği gibi halı saha futbolu kadar kolay güzellikler düşüyor çimene. Baros da iyi uyum sağlıyor bu halkaya. Hele Kewell da dönsün. 10 dakikalık, 20 dakikalık meltem rüzgârı mesabesinde de olsa keyfine doyum olmuyor Galatasaray'ın.
HAYRİ BEŞER
16/12/2008
Kaynak:zaman gazetesi(http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=770651&title=yildizimi-satarim-sampiyonluga-oynarim)