Usta Yiğido
Üyelik Tarihi: 04.11.2005
Yaş: 62
Mesajlar: 2.159
Thanks: 0
25 Mesajına 32 Kez Teşekkür Edildi.
|
-->: BİR DEMET ŞİİR
Masadakiler Recep’i daha dikkatli dinlemeye basladilar. Karsisindaki insanin agzi iyi laf yapiyor; her haliyle kültürlü birisi oldugu belli oluyordu.
Söyledigi sözler de bile içinde bulundugu durumdan sikinti duydugu belli oluyordu. Yürümeye olan özlemi açiga çikiyordu.
Karsisinda oturan Hüseyin:
-Özür dilerim. Kendinden bahsetmende bir sakinca yoksa, dinlemek isterim, dedi.
-Sikilmazsan anlatirim.
-Yok. Çok sevinirim.
Hüseyin, Recep’in konusmalarindan çok etkilenmis, yan tarafta oturanlar da kulak kabartmisti.
-Hayatim bir roman gibi, dedi. Derince birkaç nefes aldi. Yilgin gözleri, sahin çabukluguyla derinlere daldi:
-Babamin on yil çocugu olmamis. Çok istemisler; yalvarmislar Allah’a. Sikinti çekmisler; üzülmüsler. Köyde çocugu olmamak bir baska zor. “Falanlarin çocugu olmadi”, demelerine çok içerlemisler. Bir gün, annem yolda yürürken, önünde yürüyen adamin: “Ey Allah'im! Bana bir çocuk nasip et. Eli ayagi olmasin. Kerim aganin çocugu var desinler”, diye sesli sesli dua ettigini duymus.
Kendi kendine:
-Sakat çocugu ne yapacak, diye mirildanmis.
Neyse, uzatmayayim. Allah nasip etmis, pes pese üç erkek çocuklari olmus. Çok sevinmisler. “Artik sirtiniz yere gelmez”, sözleriyle gururlanmis; gelecek için ümitlenmisler. Için için sevinip, sikintili geçen yillarin acisini unutmaya çalismislar.
Vagon görevlisinin sert bir ifadeyle:
-Ne içersiniz? Sorusu konusmanin kesilmesine sebep oldu.
Yan tarafta oturanlardan birinin çikismasi, görevlinin tavrini degistirdi.
-Peki beyefendi, diyerek geri çekildi.
Bu kaba davranisinin sebebi Recepti. Recep’i bir dilenci gibi algilamasiydi. Kapkara, iri gözlerini kocaman açarak:
-Görüyorsunuz iste, dedi. Toplumun bir kesimi bizi hor görüyor. Adam yerine koymuyor. Sirtlarinda bir kamburmusuz gibi davraniyor. Bu, bizi oldukça üzüyor. Su anda, bu halimle “ben buyum”, diyorum. Kabullendim; Allah’tan gelen bir imtihandir, diye düsünüyorum. Benden daha kötülerinin olabilecegini biliyorum; halime sükrediyorum.
Görevliye kizdigini gösterircesine, gözüyle isaret ederek:
-Bu adamin kaza veya herhangi bir sebeple benim gibi, ya da benden daha kötü bir duruma gelmeyecegini kim garanti edebilir? O zaman bana yaptigi davranis, kendisine yapilirsa neler düsünür acaba?
-Dogru, dedi yanda oturanlardan biri:
-Bizim de basimiza gelebilir. Çok dogru söylüyorsun, diyerek biraz daha yakinlasti.
Recep, kendisine gösterilen ilgiden mutlu oldugunu belli eden bir tavirla konusmasina devam etti:
-Ilkokul çaglarinda baslamis hastaligim. Lise yillarinda birinin yardimiyla yürüyebiliyordum. Köydeki hayat zordu, iki karis toprak; tüm aile için yeterli degildi. “Okuyacagim”, dedim. Babam, yatili olarak okumami sagladi. Annem, “acaba sözlerimle Allah’a asi oldum da, basimiza bunlar geldi” diye üzülür; tövbe ederdi.
Masadakiler soluksuzca dinlemeye devam etti:
- Okul yillari zordu, çok zor. Her an birine ihtiyaç duyarak yasamak, üzüyordu. Sikintiya düsüp, çikmazlara girdigim oluyordu. Gençlik duygusu ile ilk zamanlarda kabullenemedim. Yolda yürürken sik sik düserdim. Düstügüm zaman, dünyam yikilirdi. Etrafima bakardim; görenler var mi diye. Yerden bir sey alirmis gibi yapardim. Baskalarinin bana acima duygusu ile bakmasina tahammül edemiyordum. Iç dünyamda kasirgalar esiyor; dinmez firtinalarla sakinlesmesi mümkün olmayan dalgalar, beni oradan oraya savuruyordu. Siir yazmaya basladim. Rahatlamanin yolu olarak düsündüm. Ilk siir kitabimi lise son siniftayken çikardim.
Hüseyin, “ben anlamistim” der gibi bakti:
-Siir kitabi ha! Belliydi zaten. Hâlâ yaziyor musunuz?
-Sonra iki tane daha kitap çikardim.
-Zor olmuyor mu?
- Zor, ama bir seyler yapmak zorundayim.
- Allah kolaylik versin.
Recep, hikâyesine devam etti:
-Okul bitti; görev aldim. Evlenme zamanim gelmisti. Durumum iyiye gitmiyordu. Daha da ilerlemesinden korkuyordum. Birisinin de benim yüzümden magdur olmasini istemedim. Evlenmek için özürlü birisini aradim… Evlenince, çocuklarimin da özürlü olmasindan korktum. Allah’a sükür hepsi saglikli oldu. Karsima çok merhametli insanlar çikti. Hep yardimci oldular. Allah’a olan güvenim tamdi. Tevekkül edeni, Allah çikmaz sokakta birakmaz, diyerek önündeki çaydan bir yudum daha çekti ve konusmasini sürdürdü:
-Sonra da, malûlen emekli oldum. Küçük bir dükkânim var. Bütün zorluga ragmen çalisiyorum. Birilerinin yardimiyla dükkânimi düzenliyorum. Kendi isimi kendim yapmaya çalisiyorum. Allah’a sükür geçinip gidiyorum. Halkin özürlüye bakis açisini degismesi gerektigine inaniyorum.
Recep oturdugu yerden hafifçe öne dogru yaslandi. Örme takkesini zor hareket eden eliyle sivazlar gibi yapti. Gözündeki derinlikte sevgi dalgaciklari olustu; karsisindakilerin gönlüne ulasti. Dalgali denizden sag olarak kiyiya çikmanin verdigi sükûnetle:
“Recep der, derdimin iste özeti:
Zehirlerde ariyorum lezzeti.
Toprak su vermedi, hava azotu.
Tomurcugum açamadi o yüzden.”
Dörtlügünü söyledi.
Konusmalariyla dinleyenleri mest etmisti. Konusmasina devam etmesini istercesine baktilar masadakiler. Recep, vaktin geç oldugunun farkindaydi. Insanlarin sikilmalarina sebep olmamak için:
-Vakit bir hayli ilerledi, dedi.
Kalkmaya hazirlananlar Recep’e:
-Görevli seni zorlarsa sakin kalkma! Diyerek tembihlediler. Iyi dileklerle oradan ayrilip kompartimanlarina gittiler.
Recep, orada kalip sonuna kadar direnmeye niyetliydi.
Görevli kisa araliklarla gelip:
-Ne içersin? Diye rahatsiz ediyor, sinsice siritiyordu.
Vagonda hâlâ oturanlar olmasin ragmen, her defasinda Recep’in yanina, yali kazigi gibi dikilip:
-Burayi terk et. Yorgunum; uyuyacagim, diyordu.
Recep’in sabir sinirini zorladi. Sonunda dayanamadi ve sert bir ifadeyle bagirdi:
-Benimle niye ugrasiyorsun? Sana bir zararim var mi? Suçum, özürlü olmak mi?
Görevlinin bocalamasi kisa sürdü. Kendisini toparladi agzini bile açmadan, geri döndü. Giderken, arkasindan Recep’in sözleri yetisti:
-Herkesi çikarincaya kadar, ben de buradayim.
Recep, yufka yüreginde bir kipirti hissetti; pismanlik duygusu sarmaladi düsüncesini. “Yanlis mi yaptim? Bagirmasam iyi olurdu”, fikri ön plana çikti.
Kendisini dilenci yerine koyup, azarlayan, asagilayan birisine bile, dedigi hakli sözlerinden pismanlik duyarak, üzülmesine sebep olmaktan korkacak kadar, insan sevgisiyle dolu olan Recep, zorunlu olarak içmekte oldugu çayi bitirdi. Bu arada vagonda oturanlardan birkaç kisi daha kalkmisti. Yanindan geçenlerin birisinden yardim istedi.
-Affedersiniz! Bana yardim edebilir misiniz? Vagondan çikmak istiyorum.
- Elbette, dedi sevecen bir tavirla kendinden yardim istenen kisi.
Adam, Recep’i kucaklayip; iki vagonun birlestigi yer olan araliga birakti.
Recep, kendisi için burayi daha uygun bulmustu. Vagonlarin koridorlari çok kalabalik; igne atsan yere düsmeyecek sekilde tiklim tiklimdi. Asiri gürültülü olsa da, gecenin ayazi boslukta cirit atsa da burasi daha rahatti.
Ceketinin yakasini boynuna sardi. Bagdas kurarak oturmus oldugu yerde, yikaninca çekilen çamasirlar gibi büzüldü.
Gecenin karanliginda, ayazin verdigi ürperti, kulaklarinda raylardan yükselen gürültü, düsüncesinde özürlülere yapilan kötü davranislarin özetiyle daldi gitti.
Titreyen dudaklarindan dökülen sözleriyle teselli buldu:
Dert etme olani, eyleme tasa,
Suç mudur eldeki o iki asa.
Böyle emreylemis ilahi yasa,
Kaderi rüzgara saliver gitsin.
Kösedeki kedi, kapidaki tazi,
Görürsün hepsi kul, kadere razi.
Insanlar kirarsa, küsersen bazi,
Ruhunla bas basa kaliver gitsin.
Insan bu, hayirla serden yogrulmus,
Kimi hep sürünür, kimi dogrulmus.
O böyle düsünür, böyle kurulmus.
Sen bundan bir ibret aliver gitsin.
…
|